Sultan Abdulhamit ve Amerikan Elçisi Lee Wallace
Sultan Abdulhamit ve Amerikan Elçisi Lee Wallace
Son günlerde Amerikan elçici Riccordone’nin bir açıklaması ülkemiz gündemini meşgül eden hadiselerden biri oldu. Hükümet ve muhalefet konuyla ilgili değerlendirmelerde bulundular. Hatta Beyaz Saray elçinin arkasında olduğunu deklare etti. Bu olay vesilesiyle ben de Sultan Abdulhamit ve devrin Amerikan elçisi Lee Wallace arasındaki ilişkiyi anlatan hatırayı bir değerlendirme olması açısından paylaşmak istiyorum.
Ülkemizde Abdulhamit hakkında çok şey yazıldı ve yazılmaya da devam ediyor. Aslında biz de tarih okumalarımızı derinleştirdikçe O’nu ve onun kurduğu muazzam stratejik ilişki ve dengeleri daha iyi anlıyoruz. Mısır ve Balkanlar meselesinden dolayı İngiltere ve Fransa’ya karşı büyük bir diplomatik mücadelenin verildiği yıllarda, Amerika’nın tavrı tarafsız bir tutum izlemekti ve Sultan da bu durumdan memnundu. Bu dönemlerde İstanbul’a Amerikan büyükelçisi olarak daha sonra meşhur “Ben Hur” adlı romanın yazarı olacak Lee Wallace atanır.
Wallace’nin İstanbul’da yaşadıklarından bir kaç anekdot vererek Osmanlı ve Amerika düzleminde günümüzdeki ilişkilerimizi de yorumlayabiliriz. Adet olduğu üzere elçi Lee Wallace saraya davet edilir. Yıldız sarayında biraz bekledikten sonra bir kısım Osmanlı askeriyle birlikte yanında bir senatör ve Robert Kolejinin tarih öğretmeniyle Dolmabahçe sarayına giderler. Osmanlı sarayına gelen bütün elçilere uygulanan protokol nedeniyle kapıda bekletilen yeni elçi, biraz da büyük devlet olma sürecinde olan bir devletin elçisi olmasının yanında, Osmanlı’nın eski gücünden uzak olduğu düşüncesiyle de bu duruma kızar ve daha fazla bekletilmek istemediğini orada bulunan yetkiliye iletir. Elçi bekletme uygulamasından esas maksat, Osmanlı’nın güç ve azametini göstermek olduğu ise bellidir. Daha sonra içeri alınan heyet kendisini takdim eder, bunun üzerine Sultan Amerika hakkında çok hassas sorularla elçiye ilk şoku yaşatır. Elçi de Sultan’a bir şok yaşatma niyetindedir. “Yüce Sultan’ın” elini sıkmak istediğini söyler, orada bulunan tercüman çaktırmadan bunun mümkün olmadığını ifade eder, durumu anlayan Hariciye Nazırı Asım Paşa da aynı tepkiyi verir ve Osmanlı sarayında böyle bir uygulamanın olmadığını bildirir.
Konuşulanlardan rahatsız olan Sultan Abdulhamit durumu sorar ve sorunu anlayınca nazik ve ciddi bir kaç adımla ilerler ve elçinin elini sıkar. Vakayı anlatan şahıs “altı yüzyıllık saltanat tarihinde bir Sultan ilk kez bir gavurun elini sıktı” notunu düşer.
Sultanın bu ince hareketinin arkasında çok stratejik düşünceler yatmaktadır. Elçiye gösterdiği bu yakınlık ileride karşılığını fazlasıyla göreceği bir ilişkiye dönüşecektir. Sultan ustaca bir tavırla gönlünü kazandığı Wallace’i sık sık saraya davet eder ve onunla değişik konuları konuşur ve bu vesileyle de Avrupa ülkeleri ile Amerika’nın siyasetinden haberdar olur.
Bu ara elçi Wallace bir notunda şöyle der; “şimdi yeni bir başkanımız var, bu şehrin gazeteleri hadiseyi not ettiler, ve bu devrime tıpkı İngiliz Kuzenlerimiz gibi sadece yedi satır yer verdiler. Etkimizin ne kadar önemli olduğuna bakın !”. Bu ifadelerde derin bir üzüntü ve hayal kırıklığı vardır. Oysa şimdi Başkan Obama’nın köpeğiyle geçirdiği vakit bile gazetelerimizde daha geniş şekilde ele alınıyor. Bu durum her ne kadar Obama’nın küresel köyün Muhtar’ı olmasından kaynaklanıyorsa da biraz da bizim medyamızın tutumundan ileri gelmektedir.
Her neyse Sultan’ın da Elçiye uygun görmediğini söylediği uygulama gereği, Amerika’da seçimi kaybeden Cumhuriyetçilerin atadığı elçiler geri ülkelerine çağrılır. Amerika’ya geri çağrılan Wallace’e Osmanlı’ya hizmet etme teklifi götüren Sultan Abdulhamit, yine ince bir siyasi ve stratejik taktikle O’nu kendi ülkesine hizmete razı edemez ama bir gönül kazanarak ülkesine gönderir.
Hakikaten Wallace Amerika’ya döndükten sonra gönüllü olarak Sultan hakkındaki menfi propagandaları yok etmek için çok uğraşmıştır. Bunun için konferanslar vermiş, gazete yazıları yazmış ve bu yüzden çok ciddi tehditler de almıştır. Abdulhamit’le olan ilişkileri devam etmiş ve bu ilişki sonuna kadar da sadakatle yürümüştür.
Abdulhamit’in stratejik ve insani yönünün ne kadar kuvvetli olduğunu, Batılı bir elçiyi beklemediği yerden önce şaşırtıp, sonra da bilgisiyle onu şoke edip kendi karizmatik etkisi içine aldığı bu olayda görülmektedir. Elbette O’nun bu dehası, psikolojik faktörleri çok iyi okumasının yanında, muhatabın geldiği sosyolojik çevreyi ve beklentileri de çok iyi biliyor olmasından kaynaklanmaktadır.
Bu ara bayan Wallace kocasının bin sayfalık otabiyografisini, “O, evrensel dini ve bir olan Allah’ı buldu” cümlesiyle sona erdirir. Böylesi bir ilişkiyi hazırlayan, şahsın imanına vesile olan, kendi siyasi davasına hizmet etmesini sağlayan, Amerika’da kendisine “adil sultan” ünvanını kullanan ve bütün dünya Hristiyanları içerisinde en mutlu olanların Osmanlı devletinde yaşayanlar olduğunu ifade eden bir dost kazanan kişi elbette müthiş stratejik taktisyen olsa gerektir.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.