İsrail’de Türk Yahudisi bir bebeğin, doğuştan genetik hastalığa işaret eden bulgulara rağmen "ebeveynin suistimali" iddiasıyla İsrail makamları tarafından anne babasından alınması Batı Kudüs’te protesto edildi.
İsrail’de yaşayan bir Türk Yahudisi aile, geçen yıl henüz bir aylıkken beyin kanaması şikayetiyle hastaneye kaldırdıkları bebeklerinin, doğuştan genetik hastalığa işaret eden bulgulara rağmen şiddete uğradığı iddiasıyla ellerinden alınmasına karşı yaklaşık bir yıldır mücadele veriyor.
İsrail Refah ve Sosyal Hizmetler Bakanlığına bağlı Sosyal Hizmetler Kurumu ise bebeği anne ve babaya vermemekte direniyor.
Aylardır devam eden mahkeme süreçleri ve tıbbi tetkiklerin yanı sıra İsrail Meclisinde özel oturum düzenlenmesine kadar uzanan süreçte aile, tüm delillerin kendi lehlerine olduğunu savunarak, bebeklerini geri alamadıkları için Batı Kudüs’teki Refah ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı önünde gösteri düzenledi.
İsrail’de "Haredi" (Ultra-Ortodoks) olarak adlandırılan dindar Yahudi kesime mensup Türk aile için düzenlenen gösteriye, aile üyeleri, yakınları, Türk Yahudi toplumundan kişiler, benzer davalardan şikayetçi Yahudi aileler ve Haredi topluluğuna mensup İsrailliler katıldı.
Düdük çalarak Sosyal Hizmetler Kurumunu protesto eden kalabalık, “Emzirilen bebeği kim annesinden ayırabilir?”, “Çocuklarımız devletin malı değildir”, “Yıl 2023, Sosyal Hizmetler Görevlisi: Çocuk ailesiyle beraber büyümek zorunda değil!”, “Bebeğimizi eve geri istiyoruz” yazılı pankartlar taşıdı.
Aileye destek olmak için gösteriye katılanlardan İsrail’in Batı Kudüs Belediye Meclisi Üyesi Avishai Cohen, burada AA muhabirine yaptığı açıklamada, “Refah ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı’nın, yetkilerini tüm etik değerlere aykırı olarak kullandığını” savundu.
Cohen, "mahkemenin, pek çok değerlendirmenin ardından, bebeğin nadir bir genetik hastalığı olduğu ve hiçbir fiziksel suistimal veya benzeri durum yaşanmadığını apaçık ortaya koyan delillerden sonra anne-babasına verilmesi yönünde karar aldığına" işaret ederek, "Ancak Refah ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı, yetkilerini tüm etik değerlere aykırı olarak kullandı ve çocuğu vesayetinde tutmaya devam etti. Tüm bu bürokratik süreç etik dışıdır." dedi.
İsrailli yetkili, “Mahkeme kararlarını tersine çevirmek için ellerinden geleni yapıyorlar. Kanuna aykırı davranıyorlar. Ben ve diğer insanlar burada doğru olanı savunmak için protestoya katılıyoruz. Bu kabul edilemez." diye konuştu.
- “Yüksek bir ağaca çıktılar, nasıl ineceklerini bilemiyorlar”
Bebeğin büyükbabası, İzmir Musevilerden E.G., Sosyal Hizmetler Kurumu yetkililerinin “yaptıkları büyük hatayı” kabul etmekten çekindiklerini savundu.
Dede, mahkemenin, konuyla ilgili duruşmada İsrailli ve ABD’den doktorları tanık olarak dinlediğini ve çocuğun rahatsızlığının anne karnındayken başladığının bilgi ve belgelerle kanıtlandığını söyleyerek “Çocuğun ailesiyle ilgili başlangıçtaki tüm yargıların yanlış olduğu yüzde yüz kanıtlandı." dedi.
E.G. bebeğin aileye geri verilmesine ilişkin dört kez mahkeme kararı çıkmasına rağmen Sosyal Hizmetler Kurumu yetkililerinin “kendi güçlerini kullanarak” bu kararları üst mahkemede bozdurduğunu kaydetti.
İsrail yasaları uyarınca, çocuğun korunması amacıyla davaya konu olan çocuk ve ailesinin kimliklerine işaret eden bilgilerin basın-yayın aracılığıyla kamuoyuna tanıtılması yasak olduğu için AA’ya verdiği demeçte kimliği gizli tutulan E.G. şöyle devam etti:
"Büyük hatalarını kabul ederlerse büyük davayla karşılaşacaklarından dolayı bir türlü geri adım atamıyorlar. Yüksek bir ağaca çıktılar, nasıl ineceklerini bilemiyorlar. Dolayısıyla çocuk anne babasız büyümeye devam ediyor.
Bir çocuğa yapılabilecek en büyük kötülük, onu anne babasız bırakmaktır; bir anne babaya yapılabilecek en büyük kötülük de çocuğunu elinden almaktır."
- Türk Yahudisi ailenin mücadelesini AA gündeme taşımıştı
Bebeğin babası S.G., 23 yıl önce Türkiye’den İsrail’e göç eden Türk Musevisi bir çiftin ikinci oğlu. Babaanne Y.G. İstanbul, büyükbaba E.G. ise İzmir Musevilerden.
AA’nın gündeme getirdiği olayda, Türkiye ve İsrail vatandaşlığı bulunan Türk Musevisi baba S.G. (22) ve İsrailli-Brezilyalı eşi D.G. (21) çifti, geçen yıl mayısta bir aylık bebeklerini beyin kanaması şikayetiyle Batı Kudüs’teki Hadassah Ein Kerem Hastanesi'ne kaldırmıştı.
Ertesi gün ilk tetkiklerin yapılmasının ardından hastane ve sosyal hizmetler yetkilileri, bebeğin "fazla sallanma veya şiddet nedeniyle suistimale uğradığı" şüphesi ile ebeveyni polise ihbar etmişti.
Bu sırada bebeğin durumu stabil hale gelirken, baba S.G. 10 gün cezaevinde, 20 gün ev hapsinde kaldı; anneye de 4 gün ev hapsi verilmişti.
Bu süreçte Sosyal Hizmetler Kurumu yetkilileri, çocuğun ebeveyninden alınması için girişimlerde bulunurken, anne-baba ve aile büyükleri ise olayda kendilerinin bir kabahati olmadığını savunarak, bebeğin rahatsızlığının anlaşılması için kapsamlı genetik test yapılmasını istemişti.
Hastane, yapılan test sonucunda bebekte genetik bir hastalık olmadığının belirlendiğini iddia ederek ebeveynin “suistimalinde” ısrar etmiş ve bebek Sosyal Hizmetler Kurumu yetkilileri tarafından 4 Eylül 2022’de ailesinden alınmıştı.
Hadassah Hastanesi'ni gerekli testleri yapmamakla ve ihmalle suçlayan aile ise ABD ve İsrail’de yaptırdıkları çok sayıda bağımsız testlerle, bebekteki beyin kanamasının ebeveynin herhangi bir suistimalinden değil doğuştan meydana gelen ve nadir görülen bir hastalık sonucu olduğunu ortaya çıkarmıştı.
Meselenin bazı milletvekillerinin gündemine girmesi sonucu İsrail Meclisindeki İş, Refah ve Sağlık Komisyonu, konuyu görüşmek üzere davaya muhatap olan tarafları toplamış ve eldeki tüm bulguların bebekte genetik bir hastalık olduğunu kanıtladığına vurgu yaparak aileden yana taraf olmuştu.
Bebek, 18 Mayıs’ta mahkeme kararıyla 3 aylığına teyzesine verilmişti. Ancak sosyal hizmetler yetkilileri “ebeveynin genç ve tecrübesiz” olduğunu ileri sürerek mahkeme nezdindeki girişimleri sonucu bu süreyi uzattı.
Anne-baba, teyzede tutulan bebeklerini ancak onun himayesindeyken görebiliyor.